Gökyüzündeki
yıldızların denize dökülen yansısı ve yoganın insan hayatına yansısı arasında
bir benzerlik görüyorum.
Göyüzü, parıl parıl yıldızları, yıldız takımları, yıldız kümeleri, ayı, güneşi,
süpernovaları, bulutsuları, göktaşları, gezegenleri, samanyolları,
karadelikleri, galaksileriyle kendi matematiği olan ve bu matematiği doğal
olarak gerçekleştiren, kendi kendisini gerçekleştiren bir sistemdir.
Gökyüzünün matematiğini anlamak gökyüzü için değil bizim için önemlidir,
gökyüzü zaten kendisidir ve kendi kendine işler; onu anlamak ve tanımak ile
kendi hayatımızı, yetenek ve algılarımız çerçevesinde, kolaylaştırır,
geliştirir ve güzelleştiririz.
Yoga da aynı gökyüzü gibi kendi matematiğine sahiptir ve kendi kendine
gerçekleşir. İnsan bu matematiği anladığı ölçüde hayatını güzelleştirebilir,
acılarından kurtulabilir veya acıları yönetebilmeyi keşfederek hayatını
kolaylaştırır.
Burada her iki disiplin de kendi içinde kendini gerçekleştirir ve kendi
doğaları hali hazırda kendilerine içkindir. Onu daha çok anlayınca gökyüzü daha
çok gökyüzü olmaz veya yogayı daha çok yoga yapmanın bize bağlı bir yolu
yoktur. Sistemler kendi içerisinde zaten kendileridir ve bu yeterlidir. Onları
anlamak yalnızca bizim için önemli ve anlamlıdır.
Gökyüzünü anlamak için astronomi bilimini kullanırız; kökenleri,
evrimleri, fiziksel ve kimyasal özellikleri ile gök cisimlerini açıklamaya
çalışır ve Ay ve Güneş tutulmaları, yıldız yağmurları, gök taşı düşmesi,
kuyruklu yıldız görünmesi gibi olayları ön görebiliriz.
Aynı şekilde yogayı anlamak için de birbirinden farklı sistemler
vardır, takip edilebilecek ekoller vardır ve onlar sayesinde yogayı anlayarak
nasıl daha huzurlu bir hayat sürebileceğimize, nasıl ve neden şiddetsiz
yaşamamız gerektiğine, beden, zihin ve ruhu nasıl dengeye getirebileceğimize
ilişkin cevaplar buluruz.
Yoganın bizim için anlamı bizim algılayabilme gücümüze ve hayatımıza
uygulayabilme yeteneğimize bağlıdır. Nasıl ki gökyüzünde parıldayan yıldızların
denizdeki yansımalarının görünebilmesi yeryüzündeki ışığa, denizin durgunluk
veya dalgalılık seviyesine ve suyun yansıtma özelliklerine bağlı ise. Çünkü biliriz ki denize yansımasa da yıldız oradadır ve
parıldar, bizim hayatımıza dokunmasa da yoga oradadır ve bilgeliğin bilgisini
içinde barındırır.
Bizler öğrenmeye açık olduğumuzda, tıpkı yansıtma özelliği gösteren su gibi
tarafsızca açtığımızda kendimizi, yoga da kendini açar ve zihnimiz durgunlaşır.
Doğal olarak yogik bir yaşayış süreriz belki bir anlığına belki 1 saat belki 1
ömür. Suyu bulanıklaştırdığımız noktada yansı nasıl bozulacak ise yogik hal de
zihnin bulanıklaştığı sürece bizlerde görünmeyecektir.
Gökyüzü büyüleyici ve hayranlık uyandırıcıdır… Onun yansısı ancak bir kısmını
bize sunar. Fakat yıldızların yansısını üzerinde
taşıyor olsa da su, su olmaya devam eder, yalnızca üzerindeki yansı ile
güzelleşmiştir. Biz de hayatımıza yogayı ne kadar dahil edebilirsek o
kadar onu yansıtırız. Günlük bir selamlamada şiddetsiz ve içten davranarak, söz
verdiğimiz saate söz verdiğimiz yerde olup diğerlerinden zaman çalmayarak,
ölçülü olup fikrin sorulmadığı sürece öneride bulunmayarak çünkü bu
yargılamaktır, kendini kabul ederek, zorlamadan ve kendi doğalında gelişmeye
önem vererek bu büyüleyici disiplinin yeryüzündeki yansıları olabiliriz.
Peki gökyüzünü yansıtmaktansa gökyüzünün kendisi olabilir miyiz? Zaten öyleyiz.
Başka bir gezegenden bakıldığında bizler de gökyüzündeyiz. Yoga için de bu
geçerli. Bizler zaten evrene hizmet ediyor ve evrenin tüm bu
deneyimleyebildiğimiz ve deneyimlediğimizin farkında olmadığımız boyutların bir
parçasıyız, akıştayız. Zaten bizler yoganın kendisiyiz ve ona olan bu hayranlığımız
ve belki de içimizde bu disiplini bu kadar kolay kabul edebilmemizin bir nedeni
de budur.
0 Comments